29 Ekim 2015 Perşembe

Barış içinde insanca

Büyürken işittiğimiz bir söz vardı: Sana güveniyoruz evladım ama devir kötü, insanlara güven olmaz. Bizimkilerden sana güveniyoruzdan ötesini duymadım doğrusu -ne mutlu- ama arkadaşlarımın aileleri tamamlıyordu cümlenin gerisini. Ben de aklımın bir kenarında taşırdım, duyduğum pek çok şey gibi bunları da. Ama itiraf edeyim, pek de kondurmazdım. Kötü şeyler olmaz değildi, hem de nasıl olurdu, sadece bizim çevremiz korkulduğu derecede vahşet taşımıyordu kanımca. Mikro düzeyde olabilecek en kötü senaryo “Funny Games” olabilirdi, makro düzeyde ise savaşları düşünürdüm, katliamları, çılgına dönmüş iktidar budalalarını ve sırf bu sebepten aslında bir hiç uğruna ölen zavallı insancıkları.

14 Eylül 2015 Pazartesi

ZERO: Geleceğe Geri Sayım


Bu yazıda kafamda uzunca bir süredir evirip çevirdiğim dağınık bazı düşüncelerden bahsetmek, bu vesileyle düşüncelerime de bir yön vermek istiyorum aslında. Bu isteğimi karşı koyamadığım bir şekilde derhal harekete geçiren, şu sıralar Sabancı Müzesi’nde sergilenen ZERO akımının eserleri olduğunu hemen itiraf edeyim.

23 Şubat 2015 Pazartesi

Yüzler Sesler Sokaklar

"Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı" içimden çok muhalefet ettiğim bir kitaptı. Etrafımda üç beş kişi okumuş ve öve öve bitirememişlerdi. Sırf bu yüzden kıl olmuşum belli. Övenler de yüksek perdeden konuşunca iyice kaşıntı tutmuştur. Sonunda üniversite sınavlarına hazırlandığım sıralarda bir gün Kadıköy'de dolanırken, doksanların ortalarında ucuza kitap aldığımız bir kitapçıda şöyle bir karıştırmış ve "yeniye değil daha iyiye" olan -bence varoluşsal olduğunu kendime artık kanıtladığım- eğilimlerim sebebiyle hemen tavlanmış almıştım. Kimseye reklamını etmeden kendi kendime okudum. Zaten o sıralar sınavlar ve daha başka meseleler sebebiyle ortalık epey bir tenha idi. Abartılacak öyle aşırı bir şey de yokmuş. Sonuçta bir "Saf Aklın Eleştirisi" değildi! Ama varoluşumun temelleri diye bir diyagram çizecek olsam meselenin kalbine yakın bir yerde dururdu bu roman. Damlatan musluğun, arıza yapan bir aletin ruhumda açtığı deliklerin izlerini sürdüm. Hemen arkasından beni sarıp sarmalayan, eski olan her şeyin içinde gizlenen ve karanlık gecelerde aniden çıkıp insanın boğazına yapışıp kendisini öldürmek isteyen bir hortlak varmışçasına, sabah olur olmaz tası tarağı kapının önüne koymak için dar bekleyen teşne bir çevreyi iyice tahlil ettim. Yeni her şeye olan önü alınamaz bir düşkünlük vardı, eskiye de bir o kadar düşmanlık.

20 Şubat 2015 Cuma

Kadın olmanın en saçma fazını hamile olduğumda yaşadım. Kamu malı olmak nedir anladım. Saçmalık dolu bir sürü örümcek beyinli öneriye maruz kaldım, eleştirildim ve hatta karnımı saklamadan gezmemin caiz olmadığını işittim o dönem. İsteyenin dokunabileceği karnım oğluma dönüştüğünde çocukların da kamu malı olduğunu gördüm. Çocukları şahlanmış bir milletti sanki karıştılar durdular parkta markta. Üşütürmüş, aç kalırmış, düşermiş... Gelip teklifsiz öpenini gördüm.Sanırsın çok kıymet veriliyor çocuklara. Bu kadar kendini beğenmiş, bu kadar her boku bildiğini sanan millet göremezsin dünyanın hiçbir yerinde. Metrekareye on kişinin düştüğü, kabanlarımızla dipdibe tutunmadan durabildiğimiz, buna rağmen cayır cayır kaloriferin ısıtmaktan öte yaktığı, tek bir camı dahi açılmayan toplu taşımaların pis pencereleridir zihniyetiniz. Bugünkü haberlerin yanında nedir ki çektiğimiz bir yandan. Sevmiyorsan git diyen vicdansız insan süreti her yerde. Gurur duysunlar betonlarıyla,
cinayetleri ve tecavüzleriyle. Cennet vallahi.

18 Şubat 2015 Çarşamba

Ne olur bu bir rüya olsun!



Günün hadiselerinden söz açıldı, kaçamadık. Sonunda "her yer bembeyaz ama içimiz kapkara" dedik, kapattık telefonu. Ne olur bu bir rüya olsun! Boğazımı sıkan kararlı bir el sabahtan beri. Gün boyunca kulağımda takılı kalmış ve mütemadiyen yakan bir melodi. Ne olur bu bir rüya olsun! İnsana ölümlü olduğunu ya da ölümün kendisini düşündürdüğü için değil, bilakis coşkuyla yaşam dolu bir pınardan çağladığı için hüngür hüngür ağlayasım geliyor. Hiç tanımıyorum kendisini ama sözcükler bildik bir iç sesten çıkıyor... O an olan şey sanki benim başıma gelmiş ve sözler benim göğüs kafesimden doğup soluğumun pusuyla beraber benim ağzımdan cihana karışıyor. Ne olur bu bir rüya olsun! Ama ben uyanıyorum... His baki. Söz baki. Ağızdan çıktığı gibi sımsıcak.