7 Şubat 2011 Pazartesi

Vapurumuza binebilir miyiz?

Manzaradan Parçalar’daki "Boğaz’ın Gemileri" kısmını, sonra da "Ara Güler’in İstanbul’u" bölümünü yeni okumuşum. Vapurlar… Tek tek isimleri bilmek neye yarar? Otuz senedir bindiğim gemilerin birinin bile siluetinden ismini çıkaramadığıma çok fena hayıflanıyorum kendi kendime. Boğaz’a ve vapurlara kıyıdan bakmak ile vapurlardan İstanbul’a bakmak üzerinden, ne kadar da ortak duygulardan bahsediyor Pamuk! Tanıdık bir hisle kalkıyorum yerimden. İstanbul, onun içindeki hayatlarımız, adalar, martılar ve elbette vapurlar hakkında içiçe geçmiş düşüncelerim...


Sonrasında atıyoruz kendimizi evden dışarı. Koşarak yetişiyoruz vapura. Ver elini Kadıköy! Kadıköy memleketim sayılır ne de olsa, gençliğim orda geçti. O zamanlar Kadıköy’den Beşiktaş’a geçerdik daha çok. Şimdi yolculukların çoğu Beşiktaş’tan Kadıköy’e artık. O da fırsat oldukça, yolum düştükçe. Bu şehirde yaşayan, dolaşan pek çokları gibi, benim de çok hatıram vardır bu gemilerde. Özlerim. Bir yere gitmek için değil, sadece vapura binmek için bindiğim olur. Neler düşünmem, nelerin içinden yavaş yavaş akıp gitmem ki?Etrafımdakilerin yüzlerinde üç aşağı beş yukarı benzer bir bakış yakalarım. En sert mizaç bile onun seyrine kapılır diye inanırım.


***


Tesadüf bu ya, yine vapura binip eve döndüğüm bugünün sonunda Twitter’da takip ettiğim birinin bu blogu “retweet” etmiş olduğunu gördüm:


http://vapurumuzabinebilirmiyiz.blogspot.com/


Bu blog ile vapur saatlerinin, özellikle de Beşiktaş-Kadıköy hattının erken bitmesine isyan edip bir hareket başlatmış biri. Tebrik ederim, ne iyi yapmış!


***


Mesele şu bence: Kamu kuruluşu olmasalar da "kamu hizmeti" veren şirketler çok önemli bir noktayı atlıyorlar genelde. Her yaptıkları işi arz, talep gibi ölçütlerle değerlendirmek gibi bir hata yapıyorlar. Talepten kasıtları kâr. Üç kişi ya da yüz kişi, fark etmez, kaç kişi kullanırsa kullansın. O hizmetin, bu büyük büyük büyük şehirde, belki daha seyrek ama mutlaka daha geç saatlere kadar veriliyor olması gerekmez mi? Kamu hizmetinde kârlılık düşünülmeden mutlaka yapılması gereken bazı noktalar olduğu unutulmuş, şaşırmadık! Alışkınız biz.

Bu çok uzun zamandır beni düşündüren ve canımı çok sıkan bir konu. Çünkü şehirlerarası birçok sefer de, özellikle yazlıklar var diye bellenen yerleşim yerlerine, kış geldiğinde deniz ulaşımı bitiyor. Neden? Aynı sebepten: o kadar talep olmuyor! Böylece bir adaya karadan ulaşmanın yollarını da öğreniyor insan zaman içinde. Üç saat yerine on saatte, en dolambaçlı yoldan ve beş vesaitle! Oysa haftada bir de olsa muhakkak olmalı! Orada bir yerde insanlar yaşıyor. Oralara gitmek, oraları görmek isteyen birileri olmaz mı kış oldu diye? Orada yaşayanlar kalkıp gelmek istemezler mi hiç buralara? Ama yok, yazları hariç dokuz ay yok deniz ulaşımı.


İşte malum şarkının sözleri gibi, gitmesek de o köy bizim köyümüzdür. Bizim bu topraklardaki zihniyetimiz yazık ki budur.









5 yorum:

duygu dedi ki...

hem bir yarımada olup, hem de denizciliği bu kadar güdük kalan tek ülke T.C.'dir herhalde Dicleciğim.
gönülden destekçiyim, şehir içi vapurların seferleri artırılsın; kıyı bölgelerine gemi seferleri sürekli kılınsın!
ha bu hizmeti sağlayacak kadar gemimiz var mı peki? gemimiz olmayabilir bak, tersanelerde çalışan işçiler "genelde" öldüğü için, gemiler bir türlü bitirilemiyor olabilir.
neticede, marin fuarlarında bayrağı dalgalanmayan tek "deniz ülkesi" bizmişiz. yazıklarım olsun diyelim :(

tsandikci dedi ki...

Kabotaj bayramı diye bir bayram vardır.Kendi limanlarımız arasındaki deniz taşımacılığının, Türk gemilerince yapılmasının garantisidir Kabotaj. 1 Temmuzda sessiz sedasız kutlarız. Şehir hatları gemileri ve bazı duyarlı Türk Kaptanlar gemilerini İşaret flamaları ile süslerler bu günde. Ama artık sadece bir boş bayram bence...
Türk Denizciliğine vurulan darbe o kadar acıdır ki, bunu telafisi artık olmayacak. Devlete büyük bir gelir kapısı olan ve yüzlerce insana iş imkanı sağlayan "Deniz Nakliyatı" sattık. En iyi döneminde, 90 parça gemisi ile dünyanın en büyük filolarından biriydi Rahmetli. Sadece 2 büyük gemisinin geliri tüm çalışanlarının maaşlarını öderdi. 7 denizde Türk bayrağını dalgalandırırdı. Artık yok, 3-5 armatör birleşip koca filoyu paylaştılar. Birilerinin sahip olduğu meşhur "Gemicik"de eskiden bu filonun parçası olan B sınıfı gemilerinden biriydi.
Şimdi yavaş yavaş limanları da satıyoruz. En ucuz taşımacılık yolu olan denizleri kullanmayıp, kamyonların ve tırların egzos dumanlarına boğuluyoruz. (10000 tonluk bir geminin taşıyacağı yükü nakletmek için yaklaşık 250 Tır gerekir)Halbuki bütün gelişmiş ülkeler deniz yolu ve demir yolunu kordineli bir şekilde kullanır. taşımacılığın en karlı yolu budur.
Ne yazık ki, her şeyi kendi malı gibi umarsızca satıp, bizi de "bunlar zarar ediyor" diye kandırmaya çalışan Nursuzlar ne kışın insanları denizden taşımayı ne de Beşiktaş-Kadıköy hattını umursar.

tsandikci dedi ki...

Ve biz Deniz Ülkesi değiliz malesef; sadece üç tarafımız denizlerle çevrili...

duygu dedi ki...

benim rahmetli dedem kaptandı. o vakitler Karadeniz, Akdeniz, Gülcemal, Nilüfer, Plevne, Kızılırmak gibi harbi gemilerimiz varmış. annemler bu gemilerle yolculuk ederlermiş. sonradan jilet olmuş bu gemiler, yerlerini feribotlar almış. zamanı tahmin edilebilir: meymenetsiz 80 dönemi...
vesselam önce gemiler gitti. şimdi limanlar gidiyor. iki elimizle Galataport'u dahi doğrultamadık. geçmiş olsun... sürgit kendi aleyhimize çalışmamızı hangi tarih, hangi kan grubuyla yazacak acaba [0'a 0, elde var 0], acı meraktayım...

mabutuner dedi ki...

(nedense) kendi ismimi Bing'den aramak istedim "bakayım çıkıyor muyum?" diyerek, bir de baktım bir sene önce senin 'İstanbul'un Heykelleri-1 / Yahya Kemal Beyatlı Anıtı' yazına yorum yazmışım. Bing'den link alıp yeniden bulmuş oldum seni. O yazını beğenmişim, bunu da beğendim... O yazıdan sonra Lİbya'ya gittim, Mardin'e gittim, hatta tatile Bodrum'a gittim, Olimpos'a gittim, Amasya'ya gitti, Fatsa'ya gittim... amma zaman geçmiş. Artık vapura binme vaktim gelmiş. Bir de İstanbul'a gelirim.