Bugün herkes sürdürülebilirlikten bahsediyor.
Bu kavram şirketlerin karlılık eğrilerinin aşağıya doğru
büküldüğü o yerden bir kaldıraç olabilsin diye yeniden doğdu. Aslında o yaşamın
kendisiydi, doğayla bütün olmuş insanın doğal akışıydı. Ancak elbette bu
yeniden doğuşta insan ikinci plandaydı. Pragmatik insan, doğanın
sürdürülebilmesini çok daha önemsiyordu.
Tüm bu yükselen seslerin içinde insandan ne kadar az bahsediliyor! Oysa insanlık ile çok önemli ve acilen el atılması gereken sorunlar var ve bu dünya kaynaklarının tükenmesinden kirlenmesinden çok daha öncelikli! Her gün insanlık dışı milyonlarca muamelenin üzerinden yükseliyor tüm sektörler ve bu her düzeyde oluyor. İşçiler düzeyinden belli oranda konuşulmaya başlandı ancak beyaz yakalı için de konuşulması ve düzenlenmesi gereken çok fazla şey var.
Günde 10 saat çalışmaya (buna 1 saat öğlen arasını da çalışma
hayatına dahil ediyorum, çünkü o saat yine de özgür olmadığın bir zaman
aralığı) özellikle büyük şehirlerde 2-3 saat trafikte geçen süreyi de
ekliyorum. Bir durup da düşünün, bu bir insan için normal bir şey mi? Buna
fazla mesaileri, iş yerinde çalışanlar veya işverenler tarafından psikolojik
veya sosyal nedenlerle devamlı olarak ya da sistematik şekilde uygulanan
psikolojik baskı, taciz veya şiddet de eklenince insanın dengesini koruması,
sağlıklı kalması ne kadar mümkün? Ne zaman ailesiyle ve dostlarıyla vakit
geçirecek, ne zaman okuyacak, ne zaman ilgilendiği konulara eğilecek, ne zaman
gezip tozup eğlenecek ve biraz deşarj olacak, ne zaman uyuyacak?
Son günlerde iş yerlerindeki mobbing ile ilgili acı bir
haber beni derinden sarstı. Güzel, zarif, hassas bir ruh ölmeyi seçerek bu
dünyadan ayrıldı, 6 sayfalık bir mektubu geride bırakarak, yürek kaldırmıyor. Satır
aralarında sevgi dolu, hayat dolu ve özgürlük duygusuyla yanıp kavrulan böylesine
güzel bir ruhun nasıl bu raddeye gelebildiğini merak ediyor insan. Ama
gelebiliyor işte… Her gün bu kadar uçlara gitmeyen ama benzer sınırlarda
dolanan pek çok çalışan olduğunu biliyoruz. Mutsuz, yorgun, tükenmek üzere pek
çok insan var. Hepsi de her sabah kendini toparlayıp nasıl da işinin başına geçtiğine,
nasıl da her şeye rağmen performans sergilediğine ve her Cuma akşamı geldiğinde
bir haftayı nasıl da kazasız belasız bitirebildiğine içten içe hayret ediyor.
Bu ne kadar sürdürülebilir bir şey?
Bu konuda düşünen ve yazan şair David Whyte benliğin
dünyayla buluştuğu yer olarak tanımlıyor işi. Pek güzel tanım. Ben sorunu tam da bu noktada görüyorum. Bugün
iş insan için değil, daha ziyade insan iş için. İşin kendisinin böylesine yüceltildiği
yerde otomatikman insana hiç değer vermeyen bir çalışma kültürü doğuyor, insan sade
bir beşeri sermayeye, insan kaynağına dönüyor, bir kafa sayısına. Bence insan
bundan ötesidir, pek çok beceri ve yetkinliği işe getirir ve bu sayede fark
yaratır. Şirketler kârlılıktan, verimlilikten ve şimdi de sürdürülebilirlikten
bahsediyorlar. Oyunda kalmak için otomasyona, veri tabanlı sistemlere yatırım yapıyorlar.
Görünen o ki karanlık fabrikalar birilerinin kalbini fena halde çarptırıyor,
her geçen gün insanın yaptığı işler makinelere, yapay zekâya devredildikçe
başarıyı kutluyorlar. Tüm bu gelişmeler yerinde ve gerekli olabilir, bu
bambaşka bir tartışma konusu. Ancak burada sormak istediğim asıl soru şu: Tüm
bu araçların kalitesi ve işlevi artarken insanın da durumunun iyileşmesi, biraz
olsun yüceltilmesi, insanın da daha bir özgürleşmesi gerekmez miydi? Bu
orantının tersine doğru olması şaşırtıcı değil mi? Hayatı sözde bu kadar
kolaylaştıran aletlerle çevriliyken gittikçe daha az özgür hissediyor olmamız
tuhaf değil mi? Refahı artan, özgürleşen bu büyük sistemi işleten insanlar
olmalıyken görünen o ki bu fayda daha ziyade tepedekilerde toplanıyor. Değeri
yaratan insanlarda değil, o değeri yaratan beşeri sermayeye “sahip olanlarda”
toplanıyor. Bu adil mi? Kesinlikle değil!
Şirketleri dünyaya verdikleri zarar için sorumluluk almaya
çağırıp duruyor herkes. Neden kimse insanlığa olan etkileri için sorumluluk
almaya çağırmıyor? Her düzeyde insanca
şartların sağlanması neden kısık sesle konuşuluyor?
Bence şirketler insan konusunda her alanda çalışma
şartlarını iyileştirmek, insana yaraşır bir çalışma kültürü oluşturmak
konusunda da sorumluluğunu almalı! Çalışma saatlerinin ve çalışma kültürünün
yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Daha dengeli yaşayan insanlardan, daha
sağlıklı ve daha mutlu çalışanlardan korkmasınlar! Asıl verimi artıracak olan
dakika mühendisliği kadar bu insan yaklaşımıdır da. İşi asıl sürdürülebilir
kılacak olan tam da bu yaklaşımdır! Bu bugün değilse de yarın olmak zorunda,
yeni nesil çalışana onların da kendilerini adapte etmesi bariz bir zorunluluk. Dünya
değişiyor, insanlar uyanıyor!