10 Ocak 2021 Pazar

Neler oluyor bize?

Bu yazıda “yapmak” takıntılı insanlık varoluşumuzun içinde “olmak” mevkiinde neler oluyor biraz ona bakmak istedim. Hayatta kim olduğundan çok ne iş yaptığın, titrin, mevkiin, yaptıkların ve yapacakların öne çıkıyor. Hatta kim olduğumuzu bilemeden dev bir yapma halindeyiz hep birlikte. Az kaldı, Mars’a da gideceğiz!

Peki kimiz biz? Bizi biz olmaktan, kendimizi bilmekten, bundan doğru bir bütünü bilmekten, ona kendimiz olarak katılmaktan bizi alıkoyan ne? Yaptığımız devasa şeylerle aramızdaki sert kopuş bizi nereye götürüyor?

Bu sorulara beni iten çok şey var. Sanayileşme ile kaybolan zanaatlar ve devleşen sektörler, mesela giyim kuşam, seramik, cam gibi gibi. Şöyle bir gündelik yaşamımızda kullandığımız eşyaya bakarsak daha onlarcasını görebiliriz. İnsanın eliyle, emeğiyle, alın teriyle yaptığı pek çok şey artık makineler, robotlar tarafından, hatta dijital olarak saniyede binlercesi üretilebiliyor. Fütursuzca büyümenin çok sevdiği bir kelimeyi şiar edinerek hem de! Verimlilik!

Şimdi teknoloji ilerledikçe, dijitalleşmenin de yükselen atmosferi içinde işler daha da ileri gitti. Yalnızca ürünün kendisi değil yapanın da yeniden üretimi söz konusu. Hayatta bizzat insanın yaptığı şeylerin yerini makineler ve yazılımlar alıyor. Üretim yapan karanlık fabrikalardan tutun da şiir yazan yapay zekâya kadar. Pek çok şey gibi insanın hayrına olan yanları da var insanın hayatlarını cendereye sokan yanları da…

İnsanı insan yapan yani benim “olmak” diye konuya girdiğim şey yapmaktan geçiyor aslında. İnsan, bir olmak arzusudur ve biz eylemlerimizi yaratırken eylemlerimiz de bizi yaratıyor. Bu yaratım, bu üretim, bir şey ortaya koymak yalnızca ortaya çıkan davranış, eylem, söz ya da nesnenin kendisi midir? Bir üretimi yaparken insan neye dönüşüyor, kim oluyor? Bu deneyimin kendisi, hemhal olma hali, tekâmül de işin aslı değil mi? Bunun bir de ortaya çıkan şeyin dünya ile buluştuğu yer tarafı var. Yaratımlar insanlarla buluşturduğunda olan bir etkileşim var. Bunun da bütüne bir etkisi var.  

On yıl kadar önce Caferağa Medresesi’nde sadekarlık öğrenmeye gidiyordum her hafta sonu. Müthiş bir hassasiyet, incelik, sabır gerektiriyor mücevher işi. Pek çok iş gibi adanmışlık şart. Benim içinde bulunduğum yapı epey geleneksel idi. Tamamıyla el işi. İnce bir plakadan üç boyutta bir yaratıma elbette alet edevatın ustalık gerektiren kullanımıyla ulaşılıyordu. Yalnızca yapmaları yücelteceksek, bu nesnenin aynısını ve hatta daha kusursuzunu yapabilir yine insan üretimi olan makineler ve bilgisayar programları. Ama aynısı olmaz el işi farklı romantizmine girmeyeceğim. Burada bana çok daha fazla dert olan başka bir şey var: Ellerimizden tüm yapabileceklerimiz alındığında biz kim olacağız?

Buradan güzel bir hikâye ile bitireyim. Kıssadan hisse. Bir çocuğu babası Kapalı Çarşı’da bir Ermeni ustanın yanına götürür ona çıraklık etmesi için, hem böylece bir baltaya da sap olsun diye. Usta önce çocuğun avcuna bir zümrüt taş bırakır. Der ki bir hafta elinde tutacaksın, sakın ama sakın bırakma.  Ne yaparsan yap elinde tutmalısın, uyurken bile. Bir hafta sonra yine bana getireceksin taşı. Baba da oğul da şaşkın. Ama çaresiz ustanın dediğini yapar çocuk, zümrüt taşıyla yatar kalkar, bir an bile bırakmaz elinden. Tam bir hafta sonra da ustanın karşısına çıkar, zümrüdü ustaya uzatır. Usta der ki, tamam, şimdi de bu zümrüdü al bakalım. Birebir aynısına benzer yeşil bir taş bırakır çocuğun avcuna. Şimdi de bu zümrüdü taşı bakalım bir hafta. Çocuk bir avucundaki taşa bakar bir ustaya, çekiniyordur da biraz. Sonunda bu zümrüt değil ki usta deyiverir. 

Bu iki taşı ayırt eden makine insana kolaylıklar, hız ve verim sağlarken bu deneyimi, yapılan işle hemhal olmayı, bunlar olurken olunan insan olmayı elimizden almıyor mu? Ya da belki asıl soru şu, bu yeni haliyle biz insanlara neler oluyor?