29 Aralık 2010 Çarşamba

Haydarpaşa Garı'nda Bir YEKPARE Telaş



Sık sık girip baktığım, Twitter üzerinden de sıkı sıkıya takip ettiğim bir web sitesi var, Yunanistan menşeli: http://www.yatzer.com/

Sanat, mimarlık, tasarım, moda ve daha pek çok başlık altında toplanan enteresan, güzel ve dünyanın hemen her yerinde yapılmış olan işlerden ve olaylardan haberdar oluyorum bu vesileyle.

28 Ekim 2010 Perşembe

Patricia Barber: Yolda olmadığı zaman köşe barda çalıyor!

Üç ay kadar önce bloguma Patricia Barber ile ilgili bir yazı yazarken web sitesine de şöyle bir bakmıştım. Patricia’nın yolda olmadığı zaman köşe barda çaldığını yazıyordu. Köşe bar dedikleri Şikago’daki The Green Mill. Hemen hülyalara kapılıp, neden olmasın, bir gün gidip dinleriz elbet diye geçirmiştim içimden. Sonra da programına bakıp Makedonya’daki Jazz Festivali’ne gideceğini görmüştüm. Makedonya’ya bile gitmek mümkündü! Ama yazıyı yazdıktan kısa bir süre sonra bir gazetenin hafta sonu ekinde o muştulu haberi okudum. Patricia İstanbul’a geliyordu! Hemen biletlerimizi aldık ve uzun bekleyişten sonra işte gün geldi çattı.


24 Ekim 2010 Pazar

Patricia Barber'i Beklerken...

Blog'uma bir dilek tutup bir taş atmıştım vaktiyle. İnanamadım ben de haberi ilk duyduğumda, önce cimcikledim kendimi, baktım şöyle bir geçmişe:

http://yuzlerseslersokaklar.blogspot.com/2010/07/norwegian-wooddan-patricia-barbera.html

13 Ekim 2010 Çarşamba

Fotoğraf çektirmek ve fotoğrafa bakmak üzerine

Fotoğraf çektirmek, aslında yaşanmamış bir anın yaşanmış gibi yapıldığı pozudur artık.

Dikkat edilecek olursa, fotoğraf sanatından, genel olarak fotoğraftan, fotoğrafçılıktan ve fotoğraf çekmekten bahsetmiyorum. Kelimenin sonuna “çektirmek” ekliyorum. Görüntüsü alınanın yani fotoğrafın konusu olan kişinin yaptığı bir nevi talepkâr bir eylem. Fotoğraf çektirmek isteyen kişi için fotoğraf öncelikle bir belgedir. O an kişilerin iyi göründüğüne (özel durumlarda belki de bunun tamamen zıddına) ama muhakkak sonunda görmeyi tasavvur ettikleri hallerine dair birer kanıttırlar. Bu hususta her şeyin kusursuz olması arzulanır. Şu anı geçmiş zamanda bırakacak bir sonraki zaman birimine bir yatırım gibi poz verilir objektife. Daha önceden defalarca denenip iyi sonuç aldıklarına emin oldukları pozları olanlar ve tabii olmayanlar da, kuraldandır, bir an için sanki nefeslerini tutarlar, durur ve bakarlar objektife. Ölümsüzleşir o an onlar için, hem de kendilerini en görmeyi istedikleri (belki olduklarından başka) halleri ile.


31 Ağustos 2010 Salı

Güzel Mekan: Yaka Mengen

Gurmelik etsem bir sefer de! Bademli kabaktan başlayıp, patlıcan ezmeden sahanda domates soslu köftelere, oradan kırmızı biber ezmeye geçsem yine de bitiremesem. Kulağımı dayasam duvarlarına, mengen sanki hazır anlatmaya hikayesini. Zeytin ağacının altındaki uzunca masada, gümüşi, şırıltılı, zarif esintiye bıraksam aklımı. Onlar muhabbet ededursun ben çalan müziğin peşi sıra ekmeğimi zeytinyağına şamandıra edip karşı kıyılara şöyle bir uzanıp öyle kaldırsam kadehimi: Sağlığımıza!

11 Ağustos 2010 Çarşamba

İstanbul'un Heykelleri-1 / Yahya Kemal Beyatlı Anıtı

Beşiktaş’a inelim mi?

Böyle der biri. Üniversitenin yokuşundan, kestane ağaçlarının gölgesinde püfür püfür inip alt kapısından çıkarız. Karşımızda saat kulesiyle Yıldız Camii. Hemen yanındaki girişinden, boğazın sularına muhakkak ki bir bakış atıp Yahya Kemal Parkı’nın içine dalarız. Şehrin ortasında bir park. Bunu düşünüp sevinirim o zaman içten içe.

1 Ağustos 2010 Pazar

Sahi seksenler renkli miydi? Ama ben siyah beyaz hatırlıyorum!

Geçen hafta bir seksenler partisi organizasyonuna hazırlanırken biraz araştırma yapmak istedim. Bazı anahtar kelimeleri ve anımsayabildiğim şeyleri teker teker Google'da arattım. Google, bir popüler kültür kütüphanesi bu konuda. Dünyada seksenli yıllar takıntısı olan birçok insan olduğunu tahmin etmek güç değil. Yalnızca seksenler temalı yüzlerce internet sayfası ve blog bulunuyor. Şimdiden o yıllara dönüp bakınca, parti gözlemlerime de dayanarak, birçoklarının şimdi "gülünç" bulduğunu artık neredeyse tescillediğim, o döneme özgü giyim kuşam, müzikteki çılgın patlama, objeler, filmler, reklamlar ve daha pek çok şey ile ilgili sayfalarla dolup taşıyor internet ağları. Uzun süre bu görsellere, videolora bakmak tuhaf bir yanılsama yaratıyor insanda.

25 Temmuz 2010 Pazar

Norwegian Wood’dan Patricia Barber’a

Beatles’ın seviğim parçalarından biri Norwegian Wood. Geçen gün İmkânsızın Şarkısı ile ilgili notlar alırken şarkıyı tekrar dinlemek istedim ve bin takla atarak yasaklı Youtube’dan şarkıyı arattım. Bir şeyi ararken başka bir şeylerin usulca ayaklarımızın dibine yuvarlanması ne güzel! Patricia Barber’dan başkası değildi tesadüflerin kapısını bana aralayan. On dakikalık bir yorumunu var Youtube’da, Patricia Barber Quartet’in. Harika bir yorum, iki gündür bıkmadan usanmadan sürekli dinliyorum.

http://www.youtube.com/watch?v=itRFPAmz-Ug

23 Temmuz 2010 Cuma

İmkânsızın Şarkısı'na Devam...


Uçakta başlayan hatırlama anı, kitap bittiğinde bir anlam kazanıyor. On sekiz sene evvel hiç dikkat etmediğini anladığı çayıların hala o günkü gibi aklında olması, en ince ayrıntılarıyla hatırlaması gibi Vatanebe'nin. O günlerde kendinden ve yanında yürüyen Naoko'dan başka düşündüğü ve gördüğü bir şey yoktu. Oysa şimdi bunun tersine, çok belirgin, açık seçik anımsadığı o manzaranın ortasında, Naoko yok artık. Hafızanın tuhaflığı...

22 Temmuz 2010 Perşembe

İmkânsızın Şarkısı*



"Seni hiç unutmayacağım. Seni unutmam imkânsız (s.15)."

İmkânsızın Şarkısı(Norwegian Wood)'nı okuduğum süre içinde romanın nasıl gittiğini soranlara ne cevap vereceğimi bilemedim. Bildik anlamda bir sürükleyiciliği olduğunu söyleyemezdim ama elimden de hiç düşüremedim.