22 Ekim 2020 Perşembe

Özgürlüğün Altın Anahtarı

Duyguları hep ayağımıza dolanan ayak bağları olarak mı gördük? İnsanı yürüdüğü yönden alıkoyan bir takım pürüzler, engeller, hatta zayıflıklar... 

Zaten böyle inanınca böyle de oluveriyor. Bir bakmışsın yirmi yıl geçmiş ama duygu capcanlı böğründe duruyor. Bir duygu nasıl bunca zaman yaşayabiliyor ilk günkü gibi? Çok daha garibi, bu böyleyken, aynı zamanda bir şey oluyor hayatın içinde ve sen duygunu bilemiyorsun. Nasıl hissediyorsun diye bir soran olsa, bir dünya laf kalabalığı ediyorsun da bir türlü nasıl hissettiğini ifade edemiyorsun. Bilmiyorsun ki! Saklamışsın, bastırmışsın, dışlamışsın!

Oysaki duygular geçici, bulutlar gibi ya da bir duman gibi yayılıyor, puf bir bakmışsın dağılıyor. Duygular gelip geçiyor ama eğer sen bir durup arkasındaki düşünceyi sobelersen! Yoksa milyon yıl sonra bile orada olacaklar. 

Hani birine bir derdini açarsın da rahatlarsın, onun gibi. Derdine bir çare bulmuş değilsindir henüz ama hafiflersin, ferahlarsın. Derdine çok daha farklı bir gözle bakmaya başlayabilirsin böylece, başka olasılık ve seçenekleri görmeye başlarsın. Sanki zihnin berraklaşır ve aklın çalışmaya başlar. 

Bir çocuk nasıldır? Çeşit çeşit duygunun içinden geçiverir üst üste. Birden ağlamaya başlar, birden coşar, birden kızar. Duygulardan geriye bir şey kalmaz, unutur gider hemen. Çünkü henüz onları etiketlemeye başlamamıştır. Biz yetişkinlerin ise duygularını mutlaka dayandırdıkları düşünceleri var. Ah, işte işi karıştıran o düşüncelerimiz! Gizli gizli konuşan ama ne konuştuğunu ilk etapta duyamadığımız o düşünceler.

Duygular geçici dedim ama kendi duygularımıza ve ardında yatan düşüncelerimize kulak vermediğimizde o duygu gelip geçmek yerine iyiden iyiye konuşlanıyor bir köşeye, mayalandıkça mayalanıyor. 

Üstelik böyle olunca da kendi sorumluluğumuzu da almıyoruz hiç. Başlıyoruz başka başka sorumlulukları yüklenmeye, bir takım rolleri dışarıdan gelen tanımlarla giyinmeye, meli malı bir alemin içine sıkıştıkça sıkışmaya. Enerjimiz de tükeniyor, dengeyi yitiriyoruz iyice.

Yahu ben bunun neresindeyim diye bir sorunca da merkezimizin aslında kendi dışımızda olduğunu görüyoruz. 

Kendi sorumluluğumu başta ben almazsam, ben nasıl ben olurum? 

Ama bence artık şunu bilmek çok kıymetli: Duygular onlarla şöyle bir göz göze diz dize oturmadan hiçbir yere gitmiyorlar ve ömür billah kalıyorlar ilk günkü canlılığıyla. O zaman onları bir ağırlayalım, bakalım bize neler söyleyecekler. İnsanın en büyük özgürlük momenti belki de bu! 

Duyguların içinden böylesine yürüyüp geçebildiğinde, etkileri artık zehirleyici olmaktan çıkıp adeta bir şifacı, bir yol göstericiye dönüşüyor ve öyle güzel büyütüyor ki insanı!

Bu farkındalık özgürlüğün altın anahtarı oldu benim için. Her gün her gün her gün onu onurlandırmak istiyorum ta ki bu türden bir duygusal esnekliği kazanana dek. Çünkü ancak böyle bütünlük ve canlılıkla şenleniyor kalbimin ışığı! 


2 yorum:

Cagla dedi ki...

Dicle'cim ne güzel de ifade etmişsin içimizdeki yüzleşemeyen yüzümüzü😘✌🙏

Dicle dedi ki...

Sayende oldu Çağlacım 🥰🙏 Teşekkürler ❤️