21 Şubat 2021 Pazar

Dünya değişiyor, insanlar uyanıyor!


Bugün herkes sürdürülebilirlikten bahsediyor.

Bu kavram şirketlerin karlılık eğrilerinin aşağıya doğru büküldüğü o yerden bir kaldıraç olabilsin diye yeniden doğdu. Aslında o yaşamın kendisiydi, doğayla bütün olmuş insanın doğal akışıydı. Ancak elbette bu yeniden doğuşta insan ikinci plandaydı. Pragmatik insan, doğanın sürdürülebilmesini çok daha önemsiyordu.

Bugün herkes şirketleri çevre ile ilgili sorumluluk almaya çağırıyor ya da sorumluluk alan markaların hizmetlerini ve ürünlerini kullanmaya yöneliyor. Bir kız çıkıp koca koca adamlara kafa tutuyor İsveçlerden, binlerce aktivist her gün tekstil dağlarından, okyanustaki plastiklerden, kaybolan yeşil alanlardan, kirlenen havadan, yanında biraz biraz da işçilerin sosyal haklarından bahsederek seslerini daha da yükseltiyor.

Tüm bu yükselen seslerin içinde insandan ne kadar az bahsediliyor! Oysa insanlık ile çok önemli ve acilen el atılması gereken sorunlar var ve bu dünya kaynaklarının tükenmesinden kirlenmesinden çok daha öncelikli! Her gün insanlık dışı milyonlarca muamelenin üzerinden yükseliyor tüm sektörler ve bu her düzeyde oluyor. İşçiler düzeyinden belli oranda konuşulmaya başlandı ancak beyaz yakalı için de konuşulması ve düzenlenmesi gereken çok fazla şey var.

Günde 10 saat çalışmaya (buna 1 saat öğlen arasını da çalışma hayatına dahil ediyorum, çünkü o saat yine de özgür olmadığın bir zaman aralığı) özellikle büyük şehirlerde 2-3 saat trafikte geçen süreyi de ekliyorum. Bir durup da düşünün, bu bir insan için normal bir şey mi? Buna fazla mesaileri, iş yerinde çalışanlar veya işverenler tarafından psikolojik veya sosyal nedenlerle devamlı olarak ya da sistematik şekilde uygulanan psikolojik baskı, taciz veya şiddet de eklenince insanın dengesini koruması, sağlıklı kalması ne kadar mümkün? Ne zaman ailesiyle ve dostlarıyla vakit geçirecek, ne zaman okuyacak, ne zaman ilgilendiği konulara eğilecek, ne zaman gezip tozup eğlenecek ve biraz deşarj olacak, ne zaman uyuyacak?

Son günlerde iş yerlerindeki mobbing ile ilgili acı bir haber beni derinden sarstı. Güzel, zarif, hassas bir ruh ölmeyi seçerek bu dünyadan ayrıldı, 6 sayfalık bir mektubu geride bırakarak, yürek kaldırmıyor. Satır aralarında sevgi dolu, hayat dolu ve özgürlük duygusuyla yanıp kavrulan böylesine güzel bir ruhun nasıl bu raddeye gelebildiğini merak ediyor insan. Ama gelebiliyor işte… Her gün bu kadar uçlara gitmeyen ama benzer sınırlarda dolanan pek çok çalışan olduğunu biliyoruz. Mutsuz, yorgun, tükenmek üzere pek çok insan var. Hepsi de her sabah kendini toparlayıp nasıl da işinin başına geçtiğine, nasıl da her şeye rağmen performans sergilediğine ve her Cuma akşamı geldiğinde bir haftayı nasıl da kazasız belasız bitirebildiğine içten içe hayret ediyor. Bu ne kadar sürdürülebilir bir şey?

Bu konuda düşünen ve yazan şair David Whyte benliğin dünyayla buluştuğu yer olarak tanımlıyor işi. Pek güzel tanım.  Ben sorunu tam da bu noktada görüyorum. Bugün iş insan için değil, daha ziyade insan iş için. İşin kendisinin böylesine yüceltildiği yerde otomatikman insana hiç değer vermeyen bir çalışma kültürü doğuyor, insan sade bir beşeri sermayeye, insan kaynağına dönüyor, bir kafa sayısına. Bence insan bundan ötesidir, pek çok beceri ve yetkinliği işe getirir ve bu sayede fark yaratır. Şirketler kârlılıktan, verimlilikten ve şimdi de sürdürülebilirlikten bahsediyorlar. Oyunda kalmak için otomasyona, veri tabanlı sistemlere yatırım yapıyorlar. Görünen o ki karanlık fabrikalar birilerinin kalbini fena halde çarptırıyor, her geçen gün insanın yaptığı işler makinelere, yapay zekâya devredildikçe başarıyı kutluyorlar. Tüm bu gelişmeler yerinde ve gerekli olabilir, bu bambaşka bir tartışma konusu. Ancak burada sormak istediğim asıl soru şu: Tüm bu araçların kalitesi ve işlevi artarken insanın da durumunun iyileşmesi, biraz olsun yüceltilmesi, insanın da daha bir özgürleşmesi gerekmez miydi? Bu orantının tersine doğru olması şaşırtıcı değil mi? Hayatı sözde bu kadar kolaylaştıran aletlerle çevriliyken gittikçe daha az özgür hissediyor olmamız tuhaf değil mi? Refahı artan, özgürleşen bu büyük sistemi işleten insanlar olmalıyken görünen o ki bu fayda daha ziyade tepedekilerde toplanıyor. Değeri yaratan insanlarda değil, o değeri yaratan beşeri sermayeye “sahip olanlarda” toplanıyor. Bu adil mi? Kesinlikle değil!

Şirketleri dünyaya verdikleri zarar için sorumluluk almaya çağırıp duruyor herkes. Neden kimse insanlığa olan etkileri için sorumluluk almaya çağırmıyor?  Her düzeyde insanca şartların sağlanması neden kısık sesle konuşuluyor?

Bence şirketler insan konusunda her alanda çalışma şartlarını iyileştirmek, insana yaraşır bir çalışma kültürü oluşturmak konusunda da sorumluluğunu almalı! Çalışma saatlerinin ve çalışma kültürünün yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Daha dengeli yaşayan insanlardan, daha sağlıklı ve daha mutlu çalışanlardan korkmasınlar! Asıl verimi artıracak olan dakika mühendisliği kadar bu insan yaklaşımıdır da. İşi asıl sürdürülebilir kılacak olan tam da bu yaklaşımdır! Bu bugün değilse de yarın olmak zorunda, yeni nesil çalışana onların da kendilerini adapte etmesi bariz bir zorunluluk. Dünya değişiyor, insanlar uyanıyor!  

Hiç yorum yok: