29 Aralık 2010 Çarşamba

Haydarpaşa Garı'nda Bir YEKPARE Telaş



Sık sık girip baktığım, Twitter üzerinden de sıkı sıkıya takip ettiğim bir web sitesi var, Yunanistan menşeli: http://www.yatzer.com/

Sanat, mimarlık, tasarım, moda ve daha pek çok başlık altında toplanan enteresan, güzel ve dünyanın hemen her yerinde yapılmış olan işlerden ve olaylardan haberdar oluyorum bu vesileyle.


Yatzer, temmuz ayının başında Türkiye’den bir projeye yer vermişti: “The magical past and present of Istanbul through Yekpare Project”. Bir nevi ışık gösterisi, “video-mapping” deniyormuş. Üç gün üst üste Haydarpaşa Garı’nın Kadıköy’e bakan cephesinde yapılmış bu gösteriden daha önce nasıl haberimiz olmadı da gidip izleyemedik diye çok hayıflanmış, video kaydını izlemiş ve bununla yetinmek zorunda kalmıştım.

http://www.yatzer.com/The-magical-past-and-present-of-Istanbul-through-Yekpare-project

Bahar projesi olarak anılan proje, 3 - 6 Haziran 2010 tarihleri arasında Haydarpaşa Garı’nda İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetmenliği tarafından düzenlenmiş. Üstelik ölümünün 47. yılına denk geldiğinden Nazım Hikmet'e de bir saygı, sevgi ve doğduğu topraklardan selam niteliğinde.

Üzerine 28 Kasım günü Beşiktaş’ta aheste dolaşırken bir dükkâna girip radyodan feci haberi işitmem geliyor. Haydarpaşa yanıyor! Savaş çıkmışçasına irkildim, koşarak sahile inip de bakmak, izlemek istemedim. Sonradan okudum haberleri detaylarıyla. Yıllardır Haydarpaşa Garı ve çevresi için evirilip çevrilen projeleri hiç duymamış, hiç bilmiyormuş gibi yapıp, “en iyi niyet”le okumaya kalksa, kaza dese, ihmal dese de insan, ihmal öyle büyük, öyle akıl almaz, öyle vurdumduymaz ki sonuç aynı kapıya çıkıyor. Söylenenler, konuşulanlar mazeretten öteye gitmiyor. Bir şey de olduğu gibi kalsın şu ülkede, bakılsın, ilelebet yaşasın yahu diye isyan etmemek elde değil!



Canım Haydarpaşa’yı bir sonraki görüşüm bir Cuma akşamına rastlıyor. 10 Aralık 2010. Uzun süren sıcak baharın yerini keskin bir soğuğa bıraktığı ilk gün. Hava yağmurlu. Rüzgar o kadar şiddetli ki şemsiyeyi tutmak imkansız. Kadıköy’de rıhtımı bir uçtan bir uca turluyorum. Gösteriyi izleyebileceğim şöyle iyi, korunaklı bir yer bulayım, çekebilirsem birkaç kare de fotoğraf çekeyim derdindeyim. Eminönü İskelesi'nin üzerine bir organizasyon var. Belli ki basın oradaki üstü kapalı terastan izleyip kaydedecek hadiseyi. Belki ben de oradan bir yerden izleyebilirim düşüncesiyle yollanıyorum. İskelenin üst katındaki salonun kapısına kadar geliyorum. İçeride silme erkek bir kalabalık. Hemen sonra anlayamadığım bir bağrış çağrış, bir kavga, patırtı gürültü. Koşarak uzaklaşıyorum daha girmeden...

Sonunda yağmurdan hat safhada ıslanmış bir vaziyette Haldun Taner Sahnesi’nin denize bakan arka cephesinde nispeten korunaklı bir yer buluyorum ve Haydarpaşa Garı'nın karanlıkta yarasını açık etmeyen siluetine bakarak beklemeye başlıyorum. Benim kadar heyecanla bekleyen kimsecikler yok demek! Ara ara Kadıköy’ü inleten bir gonk çalıyor. 20 dakika sonra, 10 dakika sonra, 5 dakika sonra! Bu arada birkaç kişi daha geliyor. Beklemeye başlıyoruz hep birlikte. İstanbul’un geçmişten bugüne hikâyesini anlatan “Yekpare” adlı gösteri nihayet başlıyor. Topu topu on beş dakika sürecek ve yalnızca Kadıköy rıhtımından, özellikle de Beşiktaş İskelesi ile Eminönü İskelesi arasında kalan dar alanda en iyi şekilde izlenebilecek olan gösteri sık sık şehir hatları vapurlarının geçmesiyle sekteye uğruyor biz izleyenler açısından. Ama alıştık artık, bizde organizasyonlar hele de para getirmeyecekse çok önemsenmez. Kim, neden bu detayla ilgilensin ki! Yaptık mı yaptık! İstanbul, 2010 Avrupa Kültür Başkenti… Bu kadarına şükretmeyi öğrendik! Bu konuyu bir başka yazıda irdelemeyi düşünüyorum.



Gösteri İstanbul’un 8500 yıllık hikâyesini anlatıyor. Paganlardan başlayıp, Roma, Bizans, Osmanlı, derken bugün… İşin kendisi gerçekten muazzamdı. Hayranlıkla, ağzım açık izledim. Görsel olarak harikaydı. Müzik ve sesler de çok kuvvetli bir etki bıraktı. Kadıköy resmen inledi. Emeği geçen herkese teşekkürler.



Ve performans Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları'dan alıntı ile sona erdi(şekle uymadan aktarıyorum): "Haydarpaşa garında 1941 baharında saat on beş. Merdivenlerin üstünde güneş yorgunluk ve telâş."
Filmlerden, şiirlerden, romanlardan, yaşadıklarımdan oluşan zihnimdeki Haydarpaşa imgesine Görüntüler, sesler, sözler karıştı. İz bıraktı.
Projenin yaratıcıları şöyle:

Sanat Yönetimi & Görseller: Deniz Kader – Candaş Şişman

Müzik & Ses Tasarımı: Görkem Şen

Proje Yönetimi: Erdem Dilbaz

Modelleme: Gökhan Uzun – Can Dinlenmiş (prospektif.org)


İzlemek isteyenler için daha önceki gösterimlerinin videosunu paylaşıyorum:
http://vimeo.com/12584289

1 yorum:

Burcu Yıldızer dedi ki...

Bir tarihe gölge düşürmek ve en çok da anılara, yaşantılara... Belki kimisi için Haydarpaşa Gar'ı yalnızca bir yerden diğer bir yere giderken ulaşım yolunu tren seçmiş olmanın verdiği bir anlam, kimileri için hüzünlü ayrılıklar ve sevinçli kavuşmalar gibi bir anlam içeriyor. Ne olursa olsun o dokunun haklı bir ihtişamı, bilinen veya bilinmeyen hikâyeleri var. Benim gibi taş yapılara dokunup da bir şeyler hissetmeye, duymaya çalışanlar içinse belki de bambaşka bir yerde... Haydarpaşa Gar'ı ile ilk tanışmam sanırım 1999 yılıydı. Eskişehir'de üniversitede okuyorken ilk defa geleceğim Tüyap Kitap Fuarı'na varış istasyonuydu. Sıkça adını kendimce yaptığım araştırmalardan, çokça filmlerden duyduğum, izlediğim bu muhteşem, insanı kapsayan yapıya adım attığımda gayri ihtiyari gözlerim doldu.(her zaman gözyaşım hazırdır benim) :)İnsan ister istemez gözünde sahneler kuruyor etrafına şöyle bir baktığında. Hayali yüzler, bavullar, taş zeminin üzerinde silüet şeklinde bir o yana bir bu tarafa giden görüntüler... Sonra gülümsedim. Gelip geçenleri izledikten sonra ayrıldım. Sonra, çok sonra bu harka yerde tango festivali yapıldı. İşte o zaman her şey daha da güzeldi.

En çok da iz bıraktıklarıyla hep orada olmasına aşina kalmayı istediğim bir yer. Dokunmasınlar! Yeryüzünde yeteri kadar içimizi delip geçen şey varken ondan uzak dursunlar.