16 Eylül 2012 Pazar

Bir Pazar Günü

Akşam işten eve gidince sıkıntıdan çatlayan insan var! Yapacak daha iyi bir şeyi olmadığı için akşam yemeğini yiyip televizyonda bir diziye takılıp sonra da erkenden yatıyor. Sabah erken kalkıp işe geliyor. Böylesinin göz altlarında mor halkalara rastlanmıyor. Gün içinde işyerinde zinde, neşeli ve konuşkan. Onu akşam çıkışta bir yere çağır, mutlulukla koşa koşa gelir. Boğazda mutevazı bir yerde tava istavrit yemek ve yakınlarında cami bulunduğu için "Ice-T" olarak sipariş ettiği birayı karton bardaktan içmek ona dünyanın en ilginç, en güzel şeyi olarak gelir. Bunu daha sonraki bir hafta sık sık, sonrasında da benzer bir konu açıldığında bir arkadaş ya da aile sohbetinde ballandırarak anlatacaktır. 



Onun zamanı çoktur. İstanbul'un en iyi dondurmacılarını, pastanelerini, kebapçılarını, restoranlarını, muazzam manzaraya sahip gizli mekanlarını keşfetmeye kendini adayabilir böylece bu genç arkadaşımız. Çok derinleşmemek kaydıyla Sultan Ahmet civarını da bilir, Nişantaşı'nı da, Bağdat Caddesi'ni de. İstanbul'da doğmuş -belli yerlerin dışına da pek çıkmadığından mıdır nedir- yön duygusu ilginç denecek biçimde kör birçok insana göre neyin nerede olduğunu daha iyi bilebilir. Hem bu kenti keşfetmekten derinlemesine zevk duyacak hem de bu zevk anlarında kendi asıl memleketinin güzelliğini ve saflığını överek -ki haksız da değildir- az biraz şu bin türlü hayhuyun içinde cirit attığı İstanbul'a sövecektir -ki bunda çok daha haklıdır-. Vesselam, bir işte bir iki sene tutunduktan sonra bir küçük daire satın alacaktır kendisine, yahut da ailesi ona. Kira derdi de bitti mi, evin kredi taksidi, en iyisinden beyaz eşyası, mobilyası sonra da kısmetse evlilik, çoluk çocuk ve kariyer dertleri kalacaktır geriye. Hepsi de "Allah'ın izniyle" olacaktır sırasıyla. 

Bu arkadaş bir pazar günü uyanıyor, öyle çok uyumuş ki öğlen olmuş. Dün gece yabancı bir dizinin yalnızca bir bölümünü izleyeyim derken sezonun tamamını izlemiş ve tabii uyuması gece üç buçuğu bulmuş. Olur böyle arada.
 
Uyanır uyanmaz hızla bir şeyler atıştırıp çıkıyor evden. Suadiye'den Fenerbahçe'ye ya da Beşiktaş'tan Bebek'e yürüyor, olmadı Beyoğlu'na gidiyor. Kesinlikle evde durmuyor. Yürümesinin ilk onuncu dakikasında cebinden son teknoloji telefonunu çıkarıyor ve bir arkadaşını arıyor muhakkak. Şöyle de, böyle de, anlatıyor da anlatıyor, hava nasıl da güzel, deniz havası, İstiklal Caddesi, insanlar, falan fıstık... Birini tavlıyor mutlaka ki o da atlıyor yanına geliyor bir saat içinde. Birlikte yürüyorlar. Bir yerlerde çay, kahve içiyorlar. Akşama doğru ayak üstü dürüm döner türünden bir şeyler yiyip belki bir sinemaya giriyorlar ve vizyondaki filmlerden birini izliyorlar. Yarın iş var dürtüsüyle en geç dokuz gibi evde olacak şekilde ayrılıyorlar birbirlerinden. Oh ne güzel bir gün oldu, falancayı da ne zamandır görmemiştim diye düşünerek tüy gibi hafif eve varıp banyo yapıp gün içinde telefonuyla çektiği bir iki fotoğrafı da Facebook'tan paylaşır paylaşmaz yatağa giriyor. Mis gibi uyuyor.

İmreniyorum böylesine! Hakikaten!

***

Peki ya sen?



Bir pazar günü uyanıyorsun, öyle çok uyumuşsun ki öğlen olmuş. Bir şeyler yemen saat biri bulacak. Gün kaçmış, bitmiş küskünlüğü kapında sabırsızca bekliyor. Dışarısı güneşli ama çıkmaya niyetin yok çünkü dünden öyle planladın kafanda. Hiçbir şey yapamayıp evde kurabiye, kek, pasta bile yapsan bir şey, öyle dedin içinden. Yazık, öyle bir umut taşıyorsun ki içinde kaynadıkça umutsuzluk kabarıyor. Bunu ancak içinde duyan anlar. 

İşte, saat oldu bir! Ne yapmalı? Öyle çok şey var ki aklında! İlk akla gelen küçük odaya gitmek, bilgisayarı açmak ve yazmaya başlamak. Ama ilk göze görünen sehpanın üzerindeki toz. Temizlik? Ama hayır, bugün değil! Pireler bassa bugün olmaz! Bir de okuduğun romanda aklın. Yerinden kalkmadan çayını bile tazelemeden uzun bir zaman aralığında okumak en çok sevdiğin şey. Keşke zaman işlemese okurken, ne çok okurdun o zaman! 

İş arkadaşların aklına geliyor tek tek. Ne yapıyorlar şimdi? Bu güzel havada kim evde durur ki, adaya bile giden olmuştur. Ne güzel... Ya dostların, onlar ne yapıyorlar? Arayıp sormak dahi istemiyorsun, bir programa dahil olmaya hazır değilsin çünkü. Evden şimdi çıkarsan en iyi ihtimalle akşam dokuzu bulacak dönmen ve sonra banyo yapıp yatmak kalacak geriye. Yarın iş var. Beyhude geçmesin bugün. Günlerdir, haftalardır, hatta aylardır beklediğin gün bugün!

Dışarısı diye bir seçenek yok. Arzun, isteğin de yok zaten. Dün bütün gün dışardaydın ve yeteri kadar insana karıştın. Şimdi dışarısı evden bakınca, işte tam bu haliyle güzel. Ne hoş bir ışık var evin içinde... Tatlı bir rüzgar perdeyi minik minik havalandırıyor. Ev nefes alıyormuşçasına inip kalkıyor karnı.

Yapmak istediğin öyle çok şey var ki... Alt alta yazmaya kalksan basitleşecek hepsi. Öyle şey olmaz! Bunlar sayılamayacak, listelenemeyecek türden şeyler! Çoklar ve sürekli aklının içindeler. Bazen sakin bazen sabırsızca zamanlarını bekliyorlar.

Yapılması gerekenler var sonra. Alt alta yazması kolay:

1. Mutfak toplanacak: Temiz bulaşıklar dağıtılacak, kirliler yerine konacak. Ocak silinecek. (Ortlama 20 dk.)
2. Salon toplanacak. Toz alınacak, yerleri süpürülecek. (Yaklaşık 40 dakika.)
3. Hol, küçük oda, yatak odası süpürülecek ve silinecek. (Yaklaşık 40 dakika.)
4. Yemek yapılacak. (Yaklaşık 45 dakika.)
5. Ütü yapılacak. (1 saat.)
6. Banyo temizlenecek. (Yaklasık 15 dk.)
7. Yıkanılacak. (Yaklaşık 15 dk.)

Aralara onar, on beşer dakika koy. Sallanma, dinlenme, su içme, vesaire için... Ne kaldı geriye? Oldu akşam. Yorgunsun. Derli toplu bir evin içinde umutsuzsun dibine kadar. Müzik bile iyi edemez seni. Televizyonda bir film yakalarsan şanslısın. Onu izler, imbik gibi gözyaşı dökersin. Koltukta uyur kalırsın o akşam. Yazık olur güneşli pazar gününe. Hayallerin solar, umutsuzluk kabarır da kabarır.



Şimdi sav tüm bunları, kov küskünlüğü tependen. Savaşın uzun sürmüş, saat üç buçuk. Kendinle ve yapmak istediklerinle başbaşasın. Yeni bir savaş alanı. En acımasız olmanın zamanı. Belki yeni bir dünyaya alışmanın zamanı, zira bu da uzun sürer. Bir şeye başlamadaki, bir yere alışmadaki, bir şeyden kopmadaki, bir şeyi bitirmedeki tedirginliklerin, beceriksiz ve ağır aksak gidişin... O yüzden çekirdeğe inmen için öyle uzun, yekpare bir vakte ihtiyacın vardır ki dünyanın tüm öğretileri bilgelik ve huşu içinde birleşse yine çare olamazlar buna. Ama işte şimdi çok yüksek bir yerden aşağıya sakince bakar gibi kendine ve hayatına bakabilmek gibi sabırlı ve cesaret dolu bir noktadasın. 

Yarın birgün işe gitmeyeceksin. Sonraki gün de. Ve sonraki günlerde de. Bildiğin ve istediğin gibi yaşama enerjini alaşağı eden ve seni bir nevi hasta eden -o aslında hepsi de gerçekten iyi- insanlardan uzak bir şekilde yaşamına devam edeceksin. Dışarı çıkmaların bile değişecek. Kim bilir ne güzel yürüyüşler yapacaksın o zaman. Dostlarını arayacaksın hiç duraksamadan. Planlarda sen ısrarcı olacaksın. Mis gibi uyuyacaksın sen de o pazar. 

Olacak mı? Kim bilir? Olabilir...



Hiç yorum yok: