28 Ekim 2010 Perşembe

Patricia Barber: Yolda olmadığı zaman köşe barda çalıyor!

Üç ay kadar önce bloguma Patricia Barber ile ilgili bir yazı yazarken web sitesine de şöyle bir bakmıştım. Patricia’nın yolda olmadığı zaman köşe barda çaldığını yazıyordu. Köşe bar dedikleri Şikago’daki The Green Mill. Hemen hülyalara kapılıp, neden olmasın, bir gün gidip dinleriz elbet diye geçirmiştim içimden. Sonra da programına bakıp Makedonya’daki Jazz Festivali’ne gideceğini görmüştüm. Makedonya’ya bile gitmek mümkündü! Ama yazıyı yazdıktan kısa bir süre sonra bir gazetenin hafta sonu ekinde o muştulu haberi okudum. Patricia İstanbul’a geliyordu! Hemen biletlerimizi aldık ve uzun bekleyişten sonra işte gün geldi çattı.



26 Ekim 2010 Salı günü, akşam saatlerinde iş çıkışı bitkinliği heyecanıma yenik. Hem nasıl bir akşam bu böyle? Bir yerde Marcus Miller, bir yerde Herbie Hancock ve başka bir yerde Patricia Barber! İstanbul’da bir jazz karnavalı! Bu gerçekten de harika.

Patricia Barber’in web sitesinin ve Facebook hesabının sürekli güncellendiğini bildiğimden evden çıkmadan önce girip bakıyorum şöyle bir:

“and now i'm reading "Istanbul" by Orhan Pamuk. he thinks of Istanbul in black and white and so i tried it from my hotel room last night, looking outside and got this. so perhaps he's right. though Istanbul is one of the most colorful cities i've ever seen, its shapes and lights are also extremely distinctive. i hope i have time for a few more shots.”
Facebook’a böyle not düşmüş Patricia Barber, İstanbul’da kaldığı hotelin camından çektiği siyah beyaz fotoğrafın altına. Fotoğrafın verdiği hislerle atıyoruz kendimizi dışarı.

Dışarıda hava yağmurlu. Mekânın önünde bekliyoruz bir süre. Daha önce Kerem Görsev’in jazz kulübüne, İstanbul Jazz Center’a hiç gelmedik. Ancak, hakkında çok şey duymuşluğumuz var. Çatal bıçak sesleri, yemek kokuları ve mekânın ortasındaki meşhur irice kolon biraz endişelendiriyor. Heyecanlı ve meraktayız.

Ayakta, barın önündeki “snop” kalabalığın arasında, ne mutlu ki devasa kolondan uzakta, ne yalan söyleyeyim, başta biraz tatsızız. Yanımızdan sürekli geçip giden parfüm bulutu müşterilere ve elleri yemek tabakları ya da içki dolu garsonlara kapı görevini görüyoruz mütemadiyen.

Bir yandan dörtlüden Patricia hariç üçü sahnede son akortlarını yapılıyorlar. İlk sete beş on dakika kala biri giriyor mekândan içeri, kolunda çantası aramızdan süzülüyor, öyle mütevazı. Patricia bu! Piyanosunun başına geçiyor, son bir çeki düzen…

Ve nihayet, anons ediliyor, cazın şairi, elçisi, peygamberi olarak. Merhabayı Jobim’den Triste ile yapıyorlar. İlk set kontrbas, gitar ve davul tam gaz, hatta biraz agresif. Postmodern jazz diyeceğim, çünkü performansları bir türün bir tarzın ötesinde, birbirlerine geçişken. Patricia’nın piyanosu ve vokali geriden. Gelen geçene, çevremizdeki gevezelere ve sahne önü şürekâsına rağmen memnunum halimden. Yine uzun Norwegian Wood yorumuyla bitiyor set. Benden mutlusu olamaz, değil mi?

İkinci set daha az kalabalık, yemekler bitmiş, sessizlik. Oh! Bu sefer kapının önündeki ferahlıkta her şeyi ama her şeyi unutup, akıp gidiyorum performansla birlikte, çakırkeyif. Neredeyse yumuşak klasik jazz sound’larında tatlı tatlı dolanıyor dörtlü. Arkadaşlarımız yanımızda, herkes kendi âleminde ve memnun. Ben ise uzun, çok uzun zamandır içine düşmediğim bir esrime hali içindeyim.

Son bir not: Ses sisteminin bunda katkısı büyük. İçtiğimiz içkilerden, mekânın dekorasyonundan, ambiyansından, yemeklerinden, servisinden, vesairesinden çok daha mühim. Bir tek bu noktada JC’s puanını alır derim.

Patricia Barber: Piyano
Neal Alger: Gitar
Sylvain Romano:Bass
Eric Montzka:Davul

Hiç yorum yok: