17 Temmuz 2016 Pazar

Korkular

Düne kadar bariz korkuları olan insanların acziyetini anlamakta zorlanarak (çünkü korku düpedüz zayıflıktır ya) ve anlamaya çalışarak bakıyordum. Anlamaya çalışma anlarında, bir şeyi anlamak için empati şartmış gibi, kendime de şöyle diyordum; senin de korkuların var mutlaka! Ya kendinden saklayacak kadar ustasın ya da körsün kendine!

İnsanın çok fazla korkusunun olmaması cesur olduğu anlamına da gelmiyor elbette. Ben öyle cesur biri değilim, korkularla dolu biri de olmadığım gibi. Korkularım yok mu peki? Varmış.

Benim korkum güç. Güce karşı kırılganım çünkü. Ve güç demek, strateji, zulüm, şiddet, vahşet, savaş demek lügatimde. Bu yüzden. Güç demek birinin benim alanıma izinsiz girmesi, girebilmesi demek. Alanımda neyim varsa darmaduman edebilecek olması demek. Buyursun etsin! Ama daha beteri, bileğini bükemediğim bir erkil gibi, onun karşısında küçülmem ve zavallı hissetmem demek, ki bu insanın insanlığına yakışmıyor. Güzel bir duygu değil, insanı öfkelendiriyor. Öfke olsa iyi. Nefret dikiyor içine, işte o zaman bitiyor zaten her şey. Strateji ise -ne zavallı-, hayatın güzellikleri ile meşgul olmak yerine birilerinin alanına nasıl sızarımı düşünmek ve yalnızca daha fazlasına sahip olmaya odaklanmak demek. Ölesiye mutsuzluk! Savaş demekse zaten hayatın hepten bitmesi demek bir yerde. Savaş bitse de sonrası bitiktir her zaman. Ağır bir travmadan kim yaşama sevinciyle çıkabilmiş! Bundan başka bir şeyden ne korkayım, ölüm dahil. Kötü hatıralarla, çirkin kayıtlarla yaşamak ölmekten çok daha acılı.

Hiçbir şey ama hiç bir şey -metaforik olarak bile- savaşmaya değmez. Savaştan kaçmak için elimden gelen her şeyi yaparım. Bu üzerine gitmeye değecek bir korku da değil. Asıl acz içinde olan biri varsa o da benim bu minvalde.

Arka fonda hala Sala. Şapkalarını bilerek attım.

Hiç yorum yok: