2 Eylül 2011 Cuma

Calismanin Erdemi

Ille de mutluluk ve basari denen mevhumu alkislamak mi gerekir? Alkislamayip once bir supheyle bakinca adama sinizm kulbu takiyorlar. Bir nevi yukardan bakma, asagilama diyorlar yaptigima. Ya da daha basitinden mutsuzluga ya da tembellige ovgu dizdigim dusunuluyor. Oysa soylendigi gibi cok calismak ne mutlulugun ne de basarinin sirri, benim derdim bununla. Asil bugunku anlamiyla calismaktir, insani mutsuz eden. Bunu devamli kilan ise insanin magrur bir sekilde basariya ve mutluluga olan ilgisi degil de nedir?  

Calismak ne zaman bir erdem oldu?


Cok calismak mi yoksa yasamak mi diye soruyorum kendime. Ben yasayabilseydim inandigim gibi, bugun herkesin alkisladigi calismak hanesine yazilacak yuzlerce sey yapardim yine. Topragi capalardim, kuzulari otlatmaya gotururdum, kecilerin sutlerini sagar peynir yapardim, ormandan kereste tasir yatacagim dosegi oyardim… Ancak bogurtlen calilarina daldigim esnada kuslarla konusmayi es gecmez, gece zifiri karanlikta pipomu tuttururken yildizlara bakmayi unutmazdim. Yarin yine gunesin dogacagindan neredeyse emin kapardim gozumu. Dar gunlerim olacaksa bile yine bilirdim ki biri beni kollar, hastaysam bir corba getirenim cikar. 

Cok daha zor bir cografyada dunyaya gelmis olsaydim da farketmezdi, herkes ne yapiyorsa onu yapardim. Herkes gibi olmaktan gocunmazdim o zaman (cunku 'yabanci'lik Batinin bogrunden kopmus iyi niyetli bir celiskidir). O zaman, teori bu ya (insanin sonsuz ihtiyaclari), muhakkak bir adam gelirdi corak topragimiza, bizde olmayan bir seyi, buyuk olasilikla bir medeniyet parcasini bize vermeye calisirdi. Elbette bir okuz karsiliginda (Baslangicta satmak diye bir sey bilmeyecegimden vermek dedim). Medeniyetten gelen adam sinirlenirdi, bir sise konyak karsiliginda okuzumu verebildim diye. Yine de alirdi okuzumu benden, ben de verirdim. Ta ki bana calismanin erdeminden bahsedip, cikar denen meselenin orantilarini ogretene kadar. Bana insan insanin kurdudur diye belletene kadar. Ve biz baska kabilelere karsi degilse bile, en azindan kabilemizin icinde erkekler, kadinlar, cocuklar ve yaslilar paylasarak yasayip gittigimizi unuturuz. Yoksa bizi vururlar, oldururler, unufak edip yok ederler. Aralarinda bizimle ilgili konustuklarinda tembel ve pis oldugumuzu soyleyip dururlar. Halbuki onlar bizim topragimizin dilini cozemeden biz onlarin dillerini ogreniriz ve onlara hizmet ederiz. Biz hem ayakkabilarini fircalamak icin lazimiz; ne de olsa temiz ayakkabilar, sabun kokulu al yanaklar medeniyetin, kulturun en onemli yansimasidir.  Dilinden anlamasalar da corak topraklarimiz degerlidir, yarini goren acar tuccarlar icin avuc kasindiran yepyeni bir yatirimdir. Topragimizi da uc kurusa satip elimiz para tuttugundan, artik alisverisi ogrendigimizden ve gelecek kaygisi gutmeye de basladigimizdan onemli bir pazarizdir. Calisma ahlaki borusunu oturen uygarlik koleligin zincirini gevsetir, insani "daha az savasci" kilip "yumusatir". Gecen on yillarla birlikte icerigi genisleyen ekmek parasi ugruna "can sikintisindan olerek satin almak zorunda oldugumuz bu dunyanin" icinde "baskasinin uydurdugu birer yalan" oluruz. 

Baska turlu bir hayati duslemek guc degil mi diye yakaliyorum kendimi. Cevabi biliyorum, tamam, dunyanin konustugu dildir kafamin icini olusturan neticede. Hepsini yikip yeniden kurmaya calisinca bile temel kabullere tosluyor insan. Ama yilmadan dusunuyorum ve bununla birlikte hayal ediyorum... Baska turlusunu yapamiyorum. Gozumu actigimda karsimda buldugum dunyayi ilk anda  gorundugu gibi almak bana zor geliyor. Bu ilk kabulun gozleri kor ettigini duyumsuyorum, biliyorum. Insanin ozune uyan ve hatta dogasinin dogal bir uzantisi oldugunun alti cizile cizile baska turlusu tahayyul bile edilemeyen bugunku, dunku ve muhtemelen yarinki hali guclunun gucsuze attigi koca bir kazik, pur yalan. Ve elbet farkindayim, tum bu cumlelerde gecen kelimeler de dunyanin konustugu dildir bir yerinden. O dilden baska bir dili nasil konusur insan? 

Not1: Ahmet Hamdi Tanpinar(Saatleri Ayarlama Enstitusu), Uwe Timm(Morenga), Dostoyevski(Yeraltindan Notlar) ve son olarak henuz yalnizca bir aforizmasi ile sarsildigim Elizabeth Wurtzel'e selam olsun...

Not2: Turkce karakter sorunu sebebiyle yazmiyordum, cozulmeyecek gibi bir sure. Caresiz artik boyle...

6 yorum:

efebulent dedi ki...

Karakter sorunu dert değil . Biz anlıyoruz ne demek istediğinizi. Teşekkürler yazınız için keyifle okudum.

Dicle dedi ki...

Tesekkurler yorumunuz icin.

Sibel Önal dedi ki...

Nereye doğru koştuğunu bildiğini sanan bir grup yarış atıyla birlikte her sabah aynı saate kalkıp, aynı servise binip, birbirinin aynı çalışma günlerinde tüm günü ve tüm yaşamı kaçırmak işte bunun adına kariyer diyorlar... Biz de bu çarkın içinde hayatımızı devam ettirmek için çalışmak zorunda kalan ve her gün biraz daha öğütülen zavallılarız.

Dicle dedi ki...

Oyleyiz ne yazik ki...

Özcan Doğan dedi ki...

Ben bunları yapmayı başardığımda ilk mektubumu size göndereceğim...

Dicle dedi ki...

Umut verici, beklerim!